15 Mayıs 2020 Cuma

bülbülleri dinliyorum bir yandan


  bu güzel mayıs gecesi, 12:54, balkon her nasılsa evin içinden daha sıcak.
  elimi uzatsam yapraklarına dokunabileceğim bir ıhlamur ağacı var evin önünde. çok ılık, çok naif bir rüzgar değiyor kendisine, ara ara. bu ıhlamur ağacıyla konuşuyorum ve rüzgar yapraklarını her oynattığında beni dinlediğini gösterdiğini varsaymayı seçiyorum. insan bazen küçücük şeylerde bile anlam, özel bir an, bir bağ bulmaya çalışıyor.
  yanağımda az önce yaptığım telefon konuşmasının inceliğinden gelen yaşlar, mahallemde bülbül sesleri.. her sene mayıs gecelerinde mahallemde bülbüller öter. 
  
  bölük pörçük bir hikayenin eksik kalan parçasını oturttuk bu gece, yamalar diktik üstüne. insan bazen bazı sorularına cevap bulabiliyormuş, o cevapların peşine düşmese de zamanı geldiğinde ağzında cevaplarıyla ahizenin ucundan seslenebiliyormuş deliği açanlar.
  meğer hiçbir şeyin benimle ilgisi yokmuş. 
  taşlar oturdu, hikayenin penceresi ise şimdi çok daha güzel bir manzaraya açılıyor, daha düz bir ovaya..

  venüs retrosuna mı teşekkür etmeliyim bunun için bilmiyorum.
  eğer öyleyse kendisinden bir ricam daha var.
  çünkü içimde bir türlü halledemediğim bir hikaye daha var. her acımda, her yalnızlığımda, her sarhoşluğumda dönüp durduğum, sorular sorduğum, bazen çok kızdığım ve bazen anlamaya çok yaklaştığım..
  bir ilerleme olacaksa şayet, o hikayeyle hesapları kapattığımda gerçekleşecek biliyorum. çünkü dönüştüğüm, güvenmeyi, kendim dışımdaki her şeyle ilgilenmeyi bıraktığım yer orası. 
  
  bunu söylüyorum karşımdaki çok yapraklı güzele.
  diyorum ki bu gece her ne titreştiyse, lütfen yine titreşsin
  ve son bir bahis
  ve bütün hesaplar kapatılsın.
   
  kendimi kaybettiğim o noktada kapansın bu üç yıllık benliğim.
  
  neyse işte, olay bu. 
  yine daldan dala gezdim, yok sarhoş bile değilim.
  dinlediğiniz için teşekkürler.

6 Mayıs 2020 Çarşamba

hava durumu bildirisi



o ışık iki değilmiş, üçmüş. sisler kaybolunca gördüm, daha önce kaç bin beş yüz kere görmüşümdür, kesin.
askeriyenin ışığı hala yanıp sönüyordur.
6 Mayıs 2018'de çekmişim fotoğrafını, iki ay sonra ışıkları üstüste görünce ağlamıştım, perspektif beni bazen çok üzüyor.
askeriyenin ışığı hala yeşildir. daha büyümüş müdür? sanmam. gatsby'sini bekleyen minik kızım bile yirmi oldu gerçi. bu fotoğrafı çektiğimde on sekizine yeni girmişti, vay be. sis bulutunun içinde beklediğimiz gece daha on altıydı.
ben de bihter'in adnan'la evlendiği yaşa gelmişim, ne çabuk. ve evet karantinamın elli sekizinci gününde gündüz kuşağının esiri olmuşumdur sonunda, kesin.

12 Şubat 2020 Çarşamba

bak suradaki park cok güzel, duralım biraz

   kırılabilirdi, yıkılabilirdi. bir gün avuç içlerinde yanan basınca dayanamayıp ayrılabilirdi parçalarına. durdu.
  durdu.
  bir ya da iki şarkılık arası vardı ve yürüdüğün sokakların hatıralarının üzerine kes-yapıştır yaptığında asla sırıtmazdı.

update: yirmi sekiz şubat, 21:35
  senaryo üç; bir yol vardır, çıkıp çıkmayacağın belli olmayan, çıkar ya da çıkmazsan yol hakkında ne hissedeceğini kestiremediğin, yolun ya da yolda olmamanın sana hediyesinin ne olduğunu hiç bilmediğin...
  akışta kal canım akışta kal, şuradaki buradaki enerjiyi çok zorlama.

20 Mayıs 2018 Pazar

yoksa ne kalırdı geriye

yoksa ne kalırdı geriye?
bir çift ceset
bir çift çorap
senden sonra o giymiş
ki hissetsin teninde
olmadığın günlerde
olmadığın yerlerde
kimsenin duyamayacağı kadar
yitik ve sancılı fısıltıların arasında
sonucu belli
yüreğini dinle, elinde
bütün bu sesler de yüreğinde
aç kulağını duy çığlığı
o çığlıktır ki
tıkır tıkır işler kendini göğün göğsüne
senelerdir aynı heceyi bağırır
ve şöyle der
"ruhuma işle, göğün gönlüm olsun
gönlüm evin olsun
bir kördüğüm gibi dolan belime
duy beni"

4 Mart 2017 Cumartesi

getir elini.

aşk radikal bir eylem, aşık olduğunu kabullenmek zaman alan, cesaret gerektiren...
silahlar tehlikeli, revolver'lerin şarjörü cezbedici.. aşk da tehlikeli, ama sunduğu güzelliklerle cezbedici.
bir revolver kalbinizi parçalarına ayırabilir. aşk da size kalbiniz parçalanıyormuş gibi hissettiren algı kırıcı oyunlar oynayabilir.
bu yüzden aşk sizi yaraladığında bunu fiziksel bir eyleme dönüştürmek, ve ölümü, ve acıyı ölümsüz kılmak için komodinin alt çekmecesinde, iç çamaşırlarının arasında bir revolver'ı hazırda bekletmek dramatik kadınlar için mantıklı olabilir.

'bak güzelim 
bak yavrum
bak pencereme vuran güneş,
bu tetik
buna basacaksın
bu namlu
bunu ağzına sokacaksın'

17 Şubat 2017 Cuma

çiçegim, bazen öyle degildir

bazen her şey bizim elimizde sanıyoruz. şu fani halimizle, mücadele edebiliriz sanıyoruz. şifa olabiliriz, inanç olabiliriz, direnç olabiliriz, motive edebiliriz.
bir şeyler yapabiliyoruz ya işte,bir şeyleri kendimizce , aklımızca. hep de öyle olur sanıyoruz ya; ilahi kudreti hiçe saya saya. egoist, bencil insan tozunun hayal dünyası işte. ama hiç. bu hayal dünyasının insanı kırmaktan başka bir işe yaradığı yok. bir gereği de yok. çünkü biz ne kadar çabalarsak çabalayalım, çabalamaktan öteye geçemiyoruz ya, işte öyle.ne çok işte...

6 Şubat 2017 Pazartesi

ve de öyledir

ben neyim? kimim ben? içimde dolaşıp duran onlarca sesten hangisiyim? yerim neresi - ya da daha radikal sorayım, yerim var mı?
"benim hayatımın amacı ne ve onunla ne halt edeceğim" diye günlüğünü kazıyan slyvia'dan beni ayıran nokta ne?
çok güzel bir yerdeyim, gecenin bir yirmisindeyim.
                             ooof.!
                             yine ve yine,
                             bak yine tam da şu anda uyumamı engelleyen iç huzursuzluğumu                                      öteliyorum.
                             peki diyorum, iyi diyorum, içimden bana ne diyorum, kurduğum beylik                                cevap cümlelerinin hiçbirine ben bile inanmıyorum.

vapur zincire dolandı sıkıştı, ben kendime. zinciri kıracak güçte bir alet illaki var. beni kendimden kurtaracak artçı şokların tesiri çoktan geçti. eski bir medeniyetin unutulmuş tarihine benziyor damarlarımla ruhum arasındaki ilişki. bir ahitte adım geçmiş de, taşımı yontup serpmişler beni toprağa.. üstüme yeni şehirler dikilmiş.
                          muassır medeniyetler seviyesinde
                                           boğuluyorum.


ne var ki, direndiğim her şey üzerime yığılıyor. ayağımı bastığım su boyumu da aşsa yüzmeyi öğrenmek zorundayım. ve yine de bana  ne diyorum. kendimi inadımdan vuruyorum. çünkü biliyorum, balıklar yüzer geçer dalganın içinden, ben boğulurum. balık değilim ki ben. en çok da yapmak istediğim şeyler için kendi yolumu tıkarım. bak mesela, solungaç çıkaracak gücüm var, ben ise sudan çıktım havluya koşuyorum.

10 Ocak 2017 Salı

belki de öyledir

çok susamıştım ama gidip almadım. oldukça basit bir eylem değil mi?

"aman sakın almaya gitme, son saniyesine kadar yarış"

kendime meydan okumuyorum. kendimi cezalandırıyorum. belki de zihnimin bir oyunu bana bu. belki de, ben kendime bu denli acımasız davrandığım için üretmeye programlı kanallarım da çalışmayı durdurarak beni cezalandırıyor. belki hatırlamayı unutarak, belki hevesimi kırarak.
kendimi bu eziyet çarkının eline ben; ve dahası yaratıcılığımı ve hayallerimi dar ağacına yine ben itiyorum, kendi hür irademle. hiçbir basmakalıp psikiyatri sözcüğünün benim bu davranışımın altında yatan sebebi açıklamasını istemiyorum. ben kendime yine aynı acımasızlıkla ve çok basit bir kelimeyle açıklayabiliyorum çünkü bunu; kaçış. her şey bu kadar basit.
kendimi bir korkak gibi yaşatmayacağıma dair verdiğim sözü tutamayışımın utancı altında eziliyorum. asla 'ben bu değilim' demeyeceğime dair verdiğim sözü tutamayışımın utancı altında ise daha çok... çünkü oldukça uzun zamandır 'ben bu değilim' diyorum.
kendimi 2015 yılının eylül ayında asma yapraklı bir çardağın altında kaybettim ben. ruhumu bıraktım ki, gitsin benden. hep iteledim onu ömrüm boyunca, hep bana ağır gelen yaşlı bir ruh taşıdığımı heceledim durdum elim bağrımda. kaçtı o da benden. bir ben vardı gerçekten benden içeri, o da dayanamadı, teketti gitti. ama o eski ruh benim nezlimde gerçekten yüce ve sevgiliydi. ama yine de yapacağım elimden geleni.
zira reenkarnasyon kesinliği kanıtlanmamış, doğruysa da ölümden kaç vakit sonra gerçekleşeceği layu'kal bir olay.
şu an içinde bulunduğum durum benim denizimde bir dalga. dalgalar gelir, seni üzerinden atlatır. bazen yutar ama hep o çarşaf gibi denizin yüzeyine geri bırakır. ardında köpükleri kalır.

24 Haziran 2016 Cuma

hava durumu bildirisi -degil.

    Başını kaldır göğe.
    Döndü mü? Döndü.
    Düşecek gibisin. Kendini bıraksan düşersin, uçurumun eşiğindesin.
    Düşmen gereken yer atmosferin dışında, boşlukta bir yer ama uçurumda gidilebilecek en dip köşeye düşersin.
    İşte yerçekimi bu kadar allahsız. Yükselmen gereken o en güzel noktada seni tutup göğsüne bastırıyor.
    Ama bunları düşünmeye hiç gerek yok. Bir sis bulutunun içindesin ve sırf bu yüzden çok özelsin. Ne önün belli, ne arkan, sağın-solun... Ay var biraz uzakta, ama sisten yakamoz yok. Biraz sağda askeriyenin iki ışığı arasında belli belirsiz bir gemi.. Bir de deniz fenerinin yanıp sönen yeşil ışığı, yanında yeşil ışığın çağrışımıyla kollarını açıp Gatsby bekleyen bir kız çocuğu.. Sisin ortasında konuşulsa da duyulmayacak, duyulsa bir daha hatırlanmayacak fikirleriniz.. O an etrafta başka hiçbir şey yokmuşçasına kör edici. En çok da bu yüzden özel.
    Daha bin kere de öpsen kaldırım taşlarını, sırf bunu o anda düşündüğün için dizlerinin değdiği her yer'e minnet...


yirmi iki haziran'ı yirmi üç haziran'a bağlayan gece 00.24



23 Şubat 2016 Salı

plath ile Bağzı seyler üzerine


"...Seni yüreğimden koparıp attım çünkü gelip geçici bir gönül eğlencesi olmaya katlanamazdım. Bedenimi ellerine teslim etmeden önce, fikirlerimi, zihnimi, hayallerimi teslim edebilmeliyim. Oysa senin bunlardan hiçbirini alacağın yok.
   Bu eşini bulmaya çalışma-sınama, deneme-yanılma oyununda çok fazla acı var. Ve ansızın bunun bir oyun olduğunu unuttuğunu fark ediyorsun ve gözyaşları içinde her şeyden vazgeçiyorsun"


   Kendi içimde çok önceden beri çözmüş olduğum ama açıklamaya anlatmaya üşendiğim konuyu sevgili Plath de düşünmüş ve çok güzel özetlemiş.

   Bir yarış içindeyiz, nefes alan her canlı bir yarış içinde. Bir buğunun gözyaşına yoğuşması gibi saçma bir yarış (üstelik ikisinin kaynakları birbirinden inanılmaz bağımsız), birbirine çok benzeyen auraların birbirini ezmeye dahi tahammül edemediği acımasız bir yarış. Aynı renk rujlar, aynı işlevdeki uzuvlar,aynı 'dili' konuşan ağızlar, aynı çıkar ve amaç uğruna çürümekte olan -ki bence en fenası da bu- ruhlar! 
   'Ya içindesindir çemberin ya da dışında yer alacaksın.' Peki sen neresindesin?
   Sınırında!
   
Kendim içinde olmaya ne kadar yakınsam kafam da bir o kadar dışında.
   Sadece yazıyorum. Zira artık saflığın safında kalamıyor oluşumu izliyorum. Oysa anasıfında jazz albümünü yalvar yakar cd çalara taktırıp kendi halime dans ederken, 'killing me softly' de jandarmanın oğlunun eline yapışıp bana eşlik etmeye zorladığım zamanlar çok da uzakta değil. Ama sanırım artık herkes kendi dansını etmek için büyük atıyor. Genel olarak bedenlerin çarpışmadığı, eskaza iki el değdiğinde oluşan enerji akımına kimsenin özenmediği danslara eğriliyoruz. Hissetmiyoruz.
   Oysa eskiden (yani bir şansım olsa o zamanlarda yaşamak istediğim günlerde) temasın ve hislerin coştuğu egosuz, yarışsız, şık salon dansları varmış. Şu an ise tek umudum ne kadar talihsiz zamanlarda yaşadığımızı sadece benim görmüyor olduğum..

   Konu ne zaman dansa geldi? Her neyse...
   Ben neresindeyim çemberin?
   Ben belki de sayısı çok çok azalmış kendi haline takılan halkalardanım. Vazgeçenlerdenim. Ama gözyaşları içinde vazgeçenlerden değil...
 
   Kitaplardan, şarkılardan, şairâne ruhların varlığından, naif söze yanan parmak uçlarından, -kendim de öyle olduğum için midir bilmiyorum ama- yemeni takan kadınların dansından haz aldığım için vazgeçiyorum.
  İnsanlarla savaşınca kazanacaklarımdan daha büyük şeyler kazanmaya çalıştığım için vazgeçiyorum. Öğrenmek gibi, dinlemek gibi, bir şey olmak/bir şey başarmak gibi, yazmak gibi, gelişmek gibi, iyileştirmek gibi...
  Karşımdakilerin beklentileriyle benim sepetimde olanların farkını bildiğim için,
  Önce kendi ruhumu doyurmak için,
  Ve en önemlisi; bütün bunlar bana çok saçma geldiği için vazgeçiyorum.

  Sevginin kutsal sırrına eriştikten sonra, anaçlığımı ve kadınlığımı bir arada yaşayabileceğim 'O' kişi (çıkarsa eğer karşıma) kendisi için verilmiş savaşlardan ve içinde bulunduğu yarıştan paçayı sıyırıp demir atacak bir liman aradığında, kendini benim yanımda bulacağını umduğum için..
  Ha, şayet bulamazsa ya da ben bulamazsam, kendim için bir şeyler yapmış olacağım için vazgeçiyorum.

  Kendi balonumun ipine sıkı sıkı yapıştım, içimde saçlarımı dağıtan meltemle yolumu adımlıyorum.
  Bana tüm bunları anlatabilme arzusu ve umursamazlığı kazandırdın canım Plath, seni şimdi daha güzel anlıyorum! xx