23 Şubat 2016 Salı

plath ile Bağzı seyler üzerine


"...Seni yüreğimden koparıp attım çünkü gelip geçici bir gönül eğlencesi olmaya katlanamazdım. Bedenimi ellerine teslim etmeden önce, fikirlerimi, zihnimi, hayallerimi teslim edebilmeliyim. Oysa senin bunlardan hiçbirini alacağın yok.
   Bu eşini bulmaya çalışma-sınama, deneme-yanılma oyununda çok fazla acı var. Ve ansızın bunun bir oyun olduğunu unuttuğunu fark ediyorsun ve gözyaşları içinde her şeyden vazgeçiyorsun"


   Kendi içimde çok önceden beri çözmüş olduğum ama açıklamaya anlatmaya üşendiğim konuyu sevgili Plath de düşünmüş ve çok güzel özetlemiş.

   Bir yarış içindeyiz, nefes alan her canlı bir yarış içinde. Bir buğunun gözyaşına yoğuşması gibi saçma bir yarış (üstelik ikisinin kaynakları birbirinden inanılmaz bağımsız), birbirine çok benzeyen auraların birbirini ezmeye dahi tahammül edemediği acımasız bir yarış. Aynı renk rujlar, aynı işlevdeki uzuvlar,aynı 'dili' konuşan ağızlar, aynı çıkar ve amaç uğruna çürümekte olan -ki bence en fenası da bu- ruhlar! 
   'Ya içindesindir çemberin ya da dışında yer alacaksın.' Peki sen neresindesin?
   Sınırında!
   
Kendim içinde olmaya ne kadar yakınsam kafam da bir o kadar dışında.
   Sadece yazıyorum. Zira artık saflığın safında kalamıyor oluşumu izliyorum. Oysa anasıfında jazz albümünü yalvar yakar cd çalara taktırıp kendi halime dans ederken, 'killing me softly' de jandarmanın oğlunun eline yapışıp bana eşlik etmeye zorladığım zamanlar çok da uzakta değil. Ama sanırım artık herkes kendi dansını etmek için büyük atıyor. Genel olarak bedenlerin çarpışmadığı, eskaza iki el değdiğinde oluşan enerji akımına kimsenin özenmediği danslara eğriliyoruz. Hissetmiyoruz.
   Oysa eskiden (yani bir şansım olsa o zamanlarda yaşamak istediğim günlerde) temasın ve hislerin coştuğu egosuz, yarışsız, şık salon dansları varmış. Şu an ise tek umudum ne kadar talihsiz zamanlarda yaşadığımızı sadece benim görmüyor olduğum..

   Konu ne zaman dansa geldi? Her neyse...
   Ben neresindeyim çemberin?
   Ben belki de sayısı çok çok azalmış kendi haline takılan halkalardanım. Vazgeçenlerdenim. Ama gözyaşları içinde vazgeçenlerden değil...
 
   Kitaplardan, şarkılardan, şairâne ruhların varlığından, naif söze yanan parmak uçlarından, -kendim de öyle olduğum için midir bilmiyorum ama- yemeni takan kadınların dansından haz aldığım için vazgeçiyorum.
  İnsanlarla savaşınca kazanacaklarımdan daha büyük şeyler kazanmaya çalıştığım için vazgeçiyorum. Öğrenmek gibi, dinlemek gibi, bir şey olmak/bir şey başarmak gibi, yazmak gibi, gelişmek gibi, iyileştirmek gibi...
  Karşımdakilerin beklentileriyle benim sepetimde olanların farkını bildiğim için,
  Önce kendi ruhumu doyurmak için,
  Ve en önemlisi; bütün bunlar bana çok saçma geldiği için vazgeçiyorum.

  Sevginin kutsal sırrına eriştikten sonra, anaçlığımı ve kadınlığımı bir arada yaşayabileceğim 'O' kişi (çıkarsa eğer karşıma) kendisi için verilmiş savaşlardan ve içinde bulunduğu yarıştan paçayı sıyırıp demir atacak bir liman aradığında, kendini benim yanımda bulacağını umduğum için..
  Ha, şayet bulamazsa ya da ben bulamazsam, kendim için bir şeyler yapmış olacağım için vazgeçiyorum.

  Kendi balonumun ipine sıkı sıkı yapıştım, içimde saçlarımı dağıtan meltemle yolumu adımlıyorum.
  Bana tüm bunları anlatabilme arzusu ve umursamazlığı kazandırdın canım Plath, seni şimdi daha güzel anlıyorum! xx