31 Aralık 2015 Perşembe

yedi otuz karıncalanması

   
    Zaman-mekan-nesne kavramlarının yokluğunu her geçen gün daha da özümsüyorum. Çok önemli görülen ne varsa teker teker önemini yitiriyor gözümde. Zira uçmaya başladım. Nerede uçmaktan bahsettiğimi elbette açıklamayacağım. Sadece şu var ki; zaman-mekan-nesne ortadan kalkınca sonsuzluğun görkemli kapıları önünde buluyor insan kendini. Ama kapıyı açmak için fısıltılarının kalabalıkta yankı yapabileceğini hissetmek gerekiyor. Sanatçının en büyük klişesidir; kalabalıklar içinde yalnızlık çekmek.. Benim bahsettiğim bundan çok kez büyük bir şey. Yer çekimine başkaldırmak gibi bir şey, karanlığa sarılmak, rüyalara sızmak, rüyanın gerçekliğinde bilincin uyanması ve dahi uyanıkken gölge olup insana dokunabilmek, tüm varlığın içinde kendini soyut kılabilmek.. soyutluktan kastım izole olmak değil, saydam-görünmez olmak.. varlığını(ruhu) dünyanın hayvan-güdülü varlıklarından koruyup saklayabilmekten bahsediyorum.

    Hem zaten modern zamanlarda anı biriktirilip, aşk yaşanmayacağının ayırdında bir kadın olmayı öğreten kitaplar tarafından yetiştirildim. Daisy’nin ilk fotoğrafı ve mektuplarını saklayan Gatsby bile o yüce aşkını kendine paravan edinip kendini lüks ve ihtişama boğduysa, bir 21. Yüzyıl erkeği nelere kaptırmaz ki kendini. Üstelik –ama ile başlayan ‘o da şöyle büyük sevdi’ cümleler dizisini kurdurtamayacak kadar da yüzeysel ve sevgisizdir kendileri. Ki zaten ne birikir ki? ‘Vapur selfiesi’ yaparken martının kanadından akan su damlalarını kaçıran bir aşktan ne beklenir? Mevcut Dünya’dan ruhunu kurtarabilen biri olabilme ihtimalimiz oranları yeraltı dünyasının eksi rakamları ile sevişiyor. Sırf bu yüzden bile bu zamanda yaşamak çok zor..


    Mesela sırf bu sebeplerden ötürü bile bazı güzellikleri yalnızca, anlayabilen insanların görebilmesini dilerdim. Anlayan insan farkında olan insandır. Onlar bilir çünkü göğün kıymetini, Çocuk kalbini onlar tanır. ekmeğe, suya, serçe parmağını çarptıkları taşa onlar şükreder. Buradaki kinayeyi onlar bilir çünkü incedir taşıdıkları ruh. Ayağa takılan sözü onlar basar bağıra. Kalbe dokunmanın anlamını da yine onlar bilir, göğüse değen el/gönüle düşen iz ayırt etmeksizin. Ve yine onlar çok iyi bilirler ki huzur ve mutluluk ‘soyut’ kavramının tam içindedir. Keşke bir de biz farkedebilsek bütün bunları ve nihai ‘Aşk’ ve sonsuzluğa erişsek..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder